Türk Halk Edebiyatı

72 Yrd. Doç. Dr. Uğur BAŞARAN T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı bir şey için hayıflanma nedir bilmezdik; yatağa uzanır, uykuya dalıncaya kadar rüzgârın okşadığı yaprak seslerini dinlerdik. Burada, evcilliğe yönelik kadınsı itkimizle, bilincin hemen altında yatı- yor gibi gözüken çocukluğa ilişkin rahatlatıcı dalıp gitme arasında bir ilişki olduğunu öğrendim. Bu, bağımlılıkla ilgilidir: birisine yaslanma, çocukluğa dönerek, bir başkası tarafından beslenme, tehlikelerden korunma, gözetilme ihtiyacı. Bu ihtiyaçlar, yetişkinliğimize dek uzanıp, kendine ye- terli olma ihtiyacımızla atbaşı bir şekilde doyum ister. Bir noktaya kadar bağımlılık ihtiyaçları, hem kadın hem de erkek için oldukça normaldir. Ama göreceğimiz ü zere kadınlar, çocukluktan itibaren sağlıksız ölçüde bağımlı olmaya özendirilmektedir. Kendi iç ine bakan her kadın, kendine bakma, kendini koruma, kendini ortaya koyma konusunda kendini rahat hissetmesi yönünde hiçbir za- man özendirilmediğini bilir. Olsa olsa, içten içe, doğallıkla kendine yeterli gözükmeleri nedeniyle oğlanlara (ve daha sonra erkeklere) imrenerek, bağımsızlık oyunu oynamıştır .” (Dowling 1994: 9-10). Kadınla ilgili atasözlerinin genelde olumsuz olduğu görülmektedir ancak özellikle iki hu- susu konu edinen atasözleri diğerlerine nazaran daha gaddardır. Bunlar, kadının dul ya da hiç evlenmemiş (evde kalmış!) olmasını ihtiva eden atasözleridir. Buna göre (57. Atasözü) dullar lanetli olarak telakkî edilmiştir. Bunun sebebi kuvvetle muhtemel, ataerkil toplumsal otorite me- kanizmasının dullara ve evlenmeyen kadınlara bir erkek (koca) vasıtasıyla temas edemeyişidir. Oysa evli bir kadının otomatik olarak bir denetleyicisi vardır. Kadın yalnızca iki toplumsal rolde kabul edilebilir ve olumlu algılanmaktadır. Bunlar an- nelik ve nineliktir. Her iki statüde de kadın hami ve güvenilirdir (59 ve 60. atasözleri). Ataerkil sistemle şekillenen toplumlarda bir kadın için en ideal ve sağlıklı pozisyon analıktır. İncelenen atasözlerinde bazı metaforlar özellikle dikkat çekicidir. Bunlar pantolon, tavuk ve ayaktır. Atasözlerinde kadının pantolon giymesi şiddetli bir şekilde eleştirilirken büyük ayaklı kadınlara da iyi gözle bakılmaz. Pantolon, erkeğin egemenlik tekelini temsil ederken büyük ayak da yine sadece erkeğe has bir özellikmiş gibi yansıtılır. Bir kadının pantolon giymesi ve dolayısıy- la erkeğe benzemesi erkeğin iktidar alanını tehdit eder. Aynı şekilde kadının büyük ayaklı olması da toplumsal zihindeki kadın imajına ters olduğundan aykırı olarak kodlanır ve ötekileştirilir. Bir diğer metafor olan tavuk ise atasözlerinde daima kadını temsil eder. Doğal olarak erkek de horoz metaforuyla anlatılır. Burada en dikkat çekici husus tavuk kadını temsil ettiği için olumsuz ele alınırken horozun erkeği temsil ettiği için olumlu algılanmasıdır. “Tavuk günün doğ- duğunu bilse bile horozun ağzına bakar” (Schipper 2010: 36). Anneliği ele alan bazı atasözleri farklı bir noktadan da ele alınabilir. Söz gelimi 62 numara- lı “İktidarsız bir erkeğin annesi ne sevinir ne üzülür-Arap” (Schipper 2010: 164) atasözü Freudçu perspektiften önemli veriler de içerebilir “ Dünya çapında, atasözlerinde kadınlarla bağlantılı olarak gösterilen dört ana görev “dört C” olarak özetlenebilir. [childcare (çocuk bakımı), cleaning (temizlik), cooking (yemek pişirme), crafts (el işleri) sözcüklerinin baş harfleri] ” (Schipper, 2010: 259). Bu dört iş kolu kadınlara tahsis edilmiştir. Bir kadın bu işleri aksatmamalı aynı zamanda bunların dışındaki işlere de karışmama- lıdır. Avrupa’da ortaya çıkan bu “4 C” formülasyonunu destekleyen şu Sivas atasözü de oldukça

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2