­ FATMA ABLANIN KIZI MASALI | Kültür Portalı

Fatma Ablanın Kızı Masalı - Antalya

Masal

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Cinler cirit oynarken eski hamam içinde, bir ana bir de kızı varmış. Kümes gibi evlerinden başka bir şeyleri yokmuş. Herkes düzünür, koşunur düğüne, hamama gider,o zavallı kızcağız hiç bir yere gidemezmiş. Gitse bile kapı dışarı kovulurmuş. Bir gün böyle, iki gün, üç gün böyle derken kızcağız dayanamamış. Anasına: "- Bana bir kat uruba bulacaksın. Ben düğün hamamına gideceğim" diye cıdayı dikmiş. Anası: "- Kızım, ben urubayı nereden bulayım" demiş ise de o aldırmamış. Bulacaksın, dermiş de başka bir şey demezmiş.

Çaresiz kalan ana da, mahalleyi kapı kapı dolaşmış. Her birinden bir şeyler alarak kızını süslemiş. Kız urubaları giyip altınları takınınca olmuş bir hanım. Güzelliğine, kibarlığına diyecek yok. İşler böylece yolunda olduktan sonra hamama yollanmışlar. Artık onu kimse kovamayacak, tellaklar hanım hanım, diye yıkayacaklar. Kızdaki sevince payan yok. Kız bu güzel hülyalar içinde hamama varmış. Hamamcı: "- Buyurun hanımefendi!" diye karşılamış. Tellaklar güzelce yıkamış, kokular sürmüş. Şenlikler yapılmış derken kız, bir bey hanımıyla ahretlik olmuş. O memleketin adeti, herkes hamama bir yiyecek getirir, eşiyle dostuyla onu yerlermiş. Eğlence bittikten sonra yemek yemeğe başlanılmış. Herkes tepsi bohçalarının bağını çözmeğe başlamış. Beyin hanımı da uşaklara boğaça tepsisini getirtmiş. Fatma Abla’nın kızının canı sıkılmış. Anasına: "- Fatma abla, bak bakem, bizim bey daha gelmemiş mi, boğaça tepsisi gönderecekti. Ne tuttu, canım böyle gecikilir mi?" diye söylenmeğe başlamış. Bey hanımı: "-Üzülme cancağızım, zararı yok. Bugün bizden yeriz, yarın sizden, demiş." Kız ise: "-Nasıl olur ahretliceğizim, nasıl olur?" diye ayak diretmiş. Bey hanımı ondan daha inatçı olmalı ki kızı yatıştırmış. Yemeği beraberce yemişler. Gülüşüp, eğlenmişler. Vakit gelince giyinmişler. Bey hanı mı hamam ücretini vermiş. Kız da parayı vermek için çantaya el atmış. Bir de bakmış ki çanta yok. Fatma Ablaya çıkışmış: "-Gördün mü Fatma Abla yaptığını? Bey, tepsiyi getirmeyi unutsun, sen de para çantasını almayı unut. Bu aff edilecek şey mi? Koş çantayı getir! demiş." Anası: "- Hanımcığım, bir daha yapmam. Olmuş, bir kere. Hemen getiririm!" diye yalvarmağa başlamış. Başlamış, ama onu dinleyen kim. Kız hala kendi söylediğini bilirmiş: "-Daha burada mısın, koş. Nedir bana yaptıklarınız. Böyle şeyi bir daha istemem. Bu kulağına küpe olsun, salla dur, diye çırpınır, kendini yermiş." Bunu gören bey hanımı:"-Zararı yok hanımcığım, kederlenme. Olur böyle şeyler. Ben vereyim. Fatma Ablayı yorma" demiş ise de kız bir türlü kabul etmezmiş. O etmeye dursun, bey hanımı onun parasını da vermiş. Kız: "-Olmaz" demiş ise de Bey Hanımı: "-Niçin olmasın canım, demiş. Bugün benden, yarın senden." Sonra hamamdan çıkmışlar. Çıkmışlar, ama Fatma Ablanın kızı, bey hanımını bırakır mı hiç? İlla bize gideceğiz, diye tutturmuş. Hanım: "-Yapma hanımcığım, başka zaman gidelim. Şimdi olmaz" demiş. Öteki ise: "-Çare yok. Ölsem de bugün seni bırakmam" demiş. Bey hanımı ne kadar yalvarmış ise de fayda vermemiş. Ne yapsın. “-Peki”, demiş. Kız, anasına: "- Fatma abla, yürü bakalım, demiş." Onlar önde, Fatma Abla arkada yürümeğe başlamışlar.

Konuşa konuşa bir sarayın karşısına gelmişler. O esnada saraydan bir cenaze çıkmasın mı? Hemen kız: "- Abu kardeşim! Abu kardeşim! Bu da mı geldi başıma?" diye saçını başını yolmaya başlamış. Bey hanımı neye uğradığını bilememiş. Yerinde donup kalmış. Nice zaman sonra aklı başına gelmiş. Güzelce oradan sıvışmış. Meğerse ölen Beyoğlu’nun hanımı imiş. Ölen hanımın da başka bir diyarda kız kardeşi varmış. Saraydakiler o kargaşalıkta bayılan kızı kaldırıp ayıltmışlar. Onu beyoğlunun baldızı sanmışlar. Kız da habire: "- Yeni geldim. Kardeşim içime sinmedi. Salın beni, kardeşimi bir kere göreyim. Kardeşim, kardeşim!" Der de ağzından bir daha “kardeşim!” çıkarmış. Ertesi gün kız gitmek için hazırlanmış. Beyoğlu salmamış. O gün öyle geçmiş. Kızın iki gözü iki pınar olup akmış. Üçüncü gün yine salmamışlar. Derken aradan epeyce gün geçmiş. Sarayda fiskos başlamış. Bu kız neye gönderilsin, Beyoğlu bunu alsın, diye. Günlerden bir gün bu sözler Beyoğlu’nun kulağına gelmiş. O da bunun doğru olacağını düşünmüş. Sırası gelince anasına danışmış. Anası da: "- Hayhay oğlum, sen ne dersen o olur." demiş. Kızı da çağırmışlar. Onun fikrini de almışlar. Her iki taraf kabul edince düğün hazırlığına başlamışlar. Hazırlık tamam olunca dü ğüne başlamışlar. Kırk gün kırk gece düğün yapıp, evlenmişler.

Kız da bir fırsatını bulup, anasıyla komşulardan aldığı emanetleri gönderip sahiplerine verdirmiş. Aradan aylar geçmiş. Kız bir boy aynasının karşısına geçmiş. Kendi güzelliğine, ihtişamına, zenginliğine bakarak başından geçen olayları anlatmaya başlamış: "-Dün ne idim, bugün ne oldum, tavuk kümesi gibi bir evimiz vardı. Herkes giyinir, kuşanır hamama gider, bense gidemezdim. Gitsem bile kapı dışarı edilirdim. Bir gün komşulardan elbise, altın topladım. Onları giyinip hamama geldim. Hamamda bir bey hanımı ile ahretlik oldum. Herkes boğaca tepsilerini açıp yemeğe başlayınca ben de yalandan: - Bu bey ne tuttu, boğaça tepsisi gönderecekti, diye söylenmeğe başladım. Ahretliğimin ısrarı ile onun tatlısını yedim. Hamam parasını bir oyunla ona verdirdim. Hamamdan çıkınca onu evime götürecektim. Sanki evim var gibi o: - Gitmem, dedi; razı ettim. Giderken bu saray karşıma çıktı, içinden bir de cenaze. Ölenin Beyoğlu’nun hanımı olduğunu anladım. Kardeşim diye yalandan ağlayıp dövünmeye başladım. Şimdi de Beyoğlu ile evlendim. Ne idim, ne oldum. Hey gibi talih hey!" demiş.

Bir de dönüp arkasına bakmış ki kaynanası sedirde oturuyor: "- Abu anacığım! Uzat dilini bir kerecik öpeyim." diye kaynanasının üzerine atılmış. Kaynanası: "- Zararı yok kızım, böyle şeyler olur" demiş ise de gelin: "-İlla öpeceğim" diye ısrar etmiş. Kaynana da dilini çıkarmış. Gelin dilini öpeceğim diye eli ile tutup çekivermiş. Beyoğlu gelince gelin: "- Beyim, çabuk gel, anneme bir hal oldu" demiş. Beyoğlu gelip bir de bakmış ki annesinin dili bir karış uzamış, konuşamıyor. Hemen doktoru çağırmışlar. Doktor gelmiş. Beyoğlu’nun anası: gelin yaptı, demek için birtakım sesler çıkarır, birtakım işaretler yaparmış. O sırada gelin: "- Bak bey ağam, şurası da gelinimin, şurası da gelinimin, diyor dermiş."

Doktor hastayı muayene edince vaziyeti anlamış. Fakat karşıdan gelin işaret etmiş. Para göstermiş. Parayı gören doktor: "- Öksürürken boğulup dili uzamış" diye rapor vermiş. Doktor giderken geline işaret etmiş, hani bizim para, diye. Gelin de: "- Hıh, demiş. Ben sana para göstermedim, pantolonunun arkası delik, dedim" diye cevap vermiş. Bu sözü işiten doktor neye uğradığını, ne yaptığını bilememiş. Kulağı kuyruğu kısıp gitmiş. Beyoğlu’nun anası az sonra ölmüş. Koskoca saray Fatma Abla'nın kızına kalmış. Fatma ablayı da güya hizmetçi diyerek saraya almış. Zevki sefa içinde yaşamağa başlamışlar. Bir gün gelmiş o da ölmüş, ölür dünyada yaptıklarının cezasını çekmiş.

Kaynak: Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2010). Dünden Bugüne Antalya. Antalya: Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Görüntülenme Sayısı : 2199    Eklenme Tarihi : 27 Şubat 2013 Çarşamba    Güncellenme Tarihi : 29 Mart 2022 Salı