Antalya Bölgesi’nde de Anadolu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi ölüm üzerine inanışlar ve gelenekler büyük bir benzerlik gösterir. Ölüm, Allah’ın emridir ve ona karşı gelinmez. “Az yaşa, çok yaşa, akıbet gelir bir gün başa” diyerek, halk ölüme çare olmadığını anlatmaya çalışır. “Ölümün ecele faydası yok”, “korkunun ecele faydası yok”, “ölüm gelmiş bedene, baş ağrısı bahane”, “ölüm geliyorum demez”, “ölümün vakti saati olmaz”, “ecelin ne zaman ve nerede geleceği belli olmaz” gibi deyimler, ölüme karşı durulamayacağını vurgular. Halk, ölüme karşı konulamayacağını bilir, ancak henüz ölmemiş olanlar hakkında ümidini de yitirmek istemez. Hastalığın uzaması her ne kadar ölüm işareti sayılsa bile, ölüm gerçekleşinceye kadar hastadan ümit kesilmez. “Çıkmayan canda ümit vardır” , “Allah’tan ümit kesilmez” gibi deyimler bu yaşama ümidini belirtir. Yaşlılık, çaresiz hastalık gibi nedenlerle ölen kimselerin ölümleri olağan sayılır. Ancak hiç beklenmedik bir anda, bir kaza sonucu ölenlere de “Dünyada gün görmeden genç yaşta gitti”, “Olan çocuklarına oldu”, “Yazık oldu” diyerek üzüntüler belirtilir. Savaşta ölenler ise “Şehit” olurlar ve ahirette onlara sorgu sual yoktur. Normal ölümlerde ise “ne mutlu, böyle ölüm dostlar başına” denir. Cuma ve diğer kutsal günlerde ölenler için ise “İyi birisi imiş ki, mübarek günde öldü” diyerek, ölen kişinin günahsız olduğuna inanılır. Kimsesiz ve yoksul yaşlıların veya yatalak hastaların ölümü ise Allah’ın bir lütfu olarak kabul edilerek “Allah acıdı da, kurtuldu”, “Allah çok çektirmedi”, “Ölüm onun için bir kurtuluş oldu” gibi deyimlerle normal karşılanır. Yaşamlarında kötü yola sapanların başkalarına eziyet edenlerin ölümleri ise “Allah şerrinden kurtardı”, “Su testisi su yolunda kırılır”, “Dünya bir pislikten temizlendi” gibi sözlerle o kişiye duyulan halkın nefreti dile getirilmeye çalışılır. Çok küçük yaşlarda ölen çocukların ailesine “Allah anasına babasına uzun ömür versin”, “Daha gençler, Allah bir daha verir” gibi teselli edici sözler söylenir. Hastadan ümit kesilip, öleceğine inanılırsa, hastanın yakın akrabaları uzakta olsalar bile çağrılır. Hastaya yasin okunur ve ağzına zemzem suyu damlatılır. Dini inanışa göre, insanın ruhu Allah’ın görevlendirdiği “Azrail” isimli melek tarafından alınır. Günahsız kulların ruhu, Azrail tarafından hiçbir acı çektirilmeden günahlı kulların ise ölüm sırasında çok çektirilerek alındığı halk arasında en çok kabul edilen inanmadır. Azrail çocukların canını alırken, onlara hoş göründüğü ve kolayca ve acı çektirmeden ruhunu aldığına inanılır.
Ölüm olayından sonra cenaze, baş tarafı kıbleye gelmek üzere genellikle odanın ortasında hazırlanan bir karyola veya yer yatağına yatırılır. Ayaklarının başparmakları yumuşak bir bezle birbirine bağlanır. Gözleri açık ölmüşse gözkapakları kapatılır. Kolları yanlarına düzgün bir şekilde uzatılır. Ağzının açık kalmaması için çenesi bir bez parçası ile başına bağlanır. Üstü bir beyaz örtü ile örtülerek, karnının şişmemesi için kara saplı bir bıçak karnı üzerine konur. Cenaze erkek ise bir erkek, kadın ise bir kadın tarafından beklenir; cenaze gömülünceye kadar yalnız bırakılmaz. Cenazenin bulunduğu odaya karşı cinsi olanlar giremez. Gebe kadınlar ve küçük çocuklar odaya sokulmazlar. Cenaze odasında tütsü yakılır. Öğleden sonra geç vakitlerde ve gece ölenlerin cenazeleri ertesi gün, sabah ve öğle vakitlerinde ölenlerin cenazeleri öğleden sonra ikindi vakti gömülür. Hiçbir surette cenaze hava karardıktan sonra kaldırılmaz. Cenazenin mümkün olduğu kadar çabuk kaldırılması, Antalya Bölgesi’nin sıcak iklimi nedeniyle gereklidir. Bu nedenle cenazenin erken kaldırılmasında çabukluk bir gelenek haline gelmiştir. Hatta “düğün ile cenaze beklemez” diye de bir söz bunu vurgular.
Ölümden hemen sonra, ölünün ailesi, ölüm haberini yakın dostlarına birisi ile iletir. Kent merkezlerinde bugün bu duyuru, belediye hoparlörü, gazete, vb. araçlarla yaptırılmaktadır. Köylerde genellikle caminin imamı minareden salah verdikten sonra ilan eder. Cenaze törenine katılmak, ölen kimseye gösterilen saygının bir belirtisidir. Evde ölenin cenazesi evde, hastanede ölenin cenazesi hemen birkaç saat sonra gömülecekse hastanede yıkanır. Cenaze dinin gerektirdiği usullerle yıkanır, kefenlenir ve bir tabuta konur. Cenaze yıkanırken tütsü yapılır. Cenazenin öldüğü sırada üzerinde bulunan eşyalar da su ısıtma için kullanılan kazanın altına atılarak yakılması, Antalya Bölgesi’nde bazı ailelerce uygulanmaktadır.
Cenaze için alınan ve “Cenaze Levazımatı” adı verilen eşya ve malzemeler ile kullanış yerleri şöyledir: Cenazeyi yıkayanlar için 2 çift takunya, yıkamak için bir sabun, üstlerinin ıslanmasını önlemek üzere ölü yıkayıcılarının bellerine saracakları iki adet fıta (peştamal), cenazeyi yıkadıktan sonra kurulamak için iki adet havlu, mahrem yerlerinden gelecek akıntı ve kokuları önlemek için kullanılan pamuk, yıkama işinde kullanılacak lif, cenazenin toprak altında uzun süre çeşitli haşerelerden korumak için dövülerek ölü üzerine serpilen kâfur, cenazenin hoş koku yayması için dövülüp yine ölü üzerine serpilmek üzere karanfil, güzel kokması için gül esansı, cenaze yıkanırken çevreye koku vermek için yanık kömür üzerine atılacak günlük ve buhur, kadın cenazelerde ele yakmak için kına ve başına örtmek için “al” denen yazma, erkekler için 9 metre kadınlar için 12 metre kefen, mezarın kaybolmamasını sağlamak için baş ve ayakucu mezar tahtaları, cenaze sahibinin ölümün 52. gününe kadar her cuma pişirip, konu-komşuya dağıtacağı pişi üzerine atılmak üzere çöreotu. Erkek cenazeleri genellikle, mahalle veya köy imam ve müezzinleri tarafından, kadın cenazeleri de “ölü yıkayıcı” adı verilen ve bu işi genellikle meslek edinmiş yaşlı kadınlar tarafından yıkanır.
Cenazenin namazı hangi camide kılınacak ise, cenaze oraya kadar eller ve omuzlar üzerinde götürülür. Tabutun taşınmasına yardımcı olmak büyük bir sevaptır. Cenaze yollardan geçirilirken, orada bulunanlar salın her kolundan sol baştan başlamak üzere kırkar adım taşıyarak sevap kazanmak isterler. Bunu yapamayanlar, ayakta hazır ol vaziyetinde durarak, vasıtalar durarak ölüye saygı gösterirler. Hiçbir kimse veya vasıta cenazeyi saygı nedeniyle sollayıp geçmez. Cenaze camide musalla taşına konur ve cenaze namazından sonra, yine ya eller üzerinde veya bir cenaze arabası içinde mezarlığa götürülür. Cenaze, tabutsuz ve kefen bağları çözülerek, ayakları veya sağ tarafı kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Bununla ilgili olarak şu deyim yaygındır: “Yattım sağıma! Döndüm soluma! Melekler şahidim olsun; Dinime, imanıma.” Mezar, bir buçuk metre derinliğinde kazılır. Cenaze içine yatırıldıktan sonra, üstü tahta veya beton kapaklarla kapatılır. Cenaze gömülürken, üç kürek veya üç avuç toprak alıp mezara atmak sevap sayılır. Mezar üstüne atılan toprakla bir tümsek meydana getirilir ve üzerine cenaze ile birlikte getirilen testi içindeki su bu toprak tümseğin üzerine dökülerek toprak sıkıştırılır. Bu gömme sırasında hafızlar tarafından Kur’an okunur ve gömülme işi bitince dua edilir ve mezarın başında telkin verilir. Anlatıldığına göre, ölü telkini duyar ve hemen uyanarak “Ah ben ölmüşüm” diyerek kalkmak isteyince başı mezara çarpar ve tekrar ölürmüş. Mezarlıktan dönülürken, fakirlere sadaka dağıtılır.
Ölü çıkan ev bir iki hafta boyunca yalnız bırakılmaz. Geri kalanları teselli etmek ve onlara yalnızlıklarını unutturmak için ziyaretler yapılır. Hatta bazı yakın akrabalar ölü evinde yatıya da kalırlar. Uzakta bulunan tanıdık ve akrabalar eğer gelme imkânları yoksa mektup veya telgrafl a başsağlığı dilerler. Ölü evinde üç gün aş pişmez, tüm yemekler, dost, akraba ve komşular tarafından getirilir. Ölümü izleyen haftalar içinde, ölenin elbiseleri fakirlere dağıtılır. Borçları ödenir, alacakları toplanır. Ölüye ait, saat, kordon, çakı, cüzdan ve tabaka gibi eşyalar hatıra olarak saklanır. (Ölünün yıkandığı yer ve öldüğü oda, bazı ailelerce 7 gün, bazılarınca ölüm tarihinden başlamak üzere 40 gün ışıklandırılır. Bu kırk gün içinde, Kur’an hatmettirilir, her cuma pişi pişirilerek komşulara dağıtılır. Hatim sonunda irmik helvası misafirlere ikram edilir. Halk tarafından cenazenin kırk günde, burnunun düşeceğine ve elli ikinci günü de bütün uzuvlarının dağılacağına inanıldığı için, elli ikinci günü lokma yapılarak dost ve komşulara dağıtılır. Elli ikinci gün genellikle mevlit de okutulur veya tevhit çekilir. Mezarlarının kaybolmasını önlemek için ekonomik durumu iyi olan aileler, ölüm tarihinden kırk gün sonra mezarı yaptırırlar. Bu etrafı tuğla ile çıkılmış basit bir mezar olacağı gibi, mermerden anıtsal bir şekilde yapılanlar da vardır. Mezarların kitabelerinde ilginç dörtlükler, ölüm nedenleri belirtilenleri de vardır. Mezarlar, ölünün çocukları ve yakınları tarafından genellikle Arife ve bayram günleri ziyaret edilir, dualar okunur, sadakalar verilir. Ölümle ilgili bazı inanışlar ise şunlardır. * Ölü geçerken hemen ayağa kalkılmazsa ölünün ağırlığı basar. * Ölü evden çıktıktan sonra, giysileri “Bu artık son olsun!” diyerek ardından atılır; ayakkabıları dışarı kapı önüne konur. * Ölü yıkanırken uyuyanlar uyandırılır. Çocuklar kucağa alınır.
Kaynak: Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2010). Dünden Bugüne Antalya. Antalya: Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü