Yüzyılllar, belki de bin yıllar öncesi immiş Ordu’nun Hapsamana diye anılan (bugünkü Gölköy) bölgesinde birkaç köy bulunuyormuş. Bu köylerden birinde çevrenin kudretli bir kişisi yaşarmış astığı astık, kestiği kestik gönlünce ve keyfince etrafa hükmedermiş.. Adına bey mi kral mı derebey mi her ne diniyor ise işte bu kişinin de güzel mi güzel, tatlı mı tatlı, hoş mu hoş bir kızı varmış. Pek çok genç sevdalı imiş bu kıza. Fakat onun gönlü, köyün bir kıyısında oturan kimsesiz bir gence bağlıymış. Bu gizli sevdayı, bu sırrı ikisinden başka bilen, duyan, hatta sezen dahi yokmuş. Fakat, durum daha ne kadar devam edecek ki. Günler günleri, aylar ayları kovalamış. Kimsesiz genç derebeyine yanaşmaktan korktuğu için derdini de kimseye açamazmış.
İki sevdalı bütün engelleri bilirler, durumlarının acılığına katlanmağa çalışırlar fakat bu halede fazla dayanmak mümkün değildir. Karar vermişler. Gecenin birinde iki sevdalı gizlice buluşarak köyden çıkmışlar. Ne yazık ki bu kaçış hemen duyulmuş, ardlarına yaya, atlı bir çok silahlı, eli sopalı beyin adamı düşmüşler. Bunların aldıkları emir kesinmiş, oğlanın yakalandığı yerde icabına bakılacakmış. Hareketiyle babasına leke süren güzeller güzelini de geri getireceklermiş. Arkalarından konuşanların seslerini çok yakınlarda duyan sevdalılar gecenin karanlığında ufak bir çukura saklanmışlar. Başka da elverişli yer yokmuş. Yakınlarında civarda ne bir kovuk ne orman varmış. Dağlar uzaklarda kalmış, kaçış yolu ise peşlerine düşenlerce kesilmiştir. Artık kaçmaları da imkansızmış.
Derebeyin adamları izlerini bulmuştur. Çukurun bir kenarına çekilmiş zavallılar boyunları bükük, gözleri yaşlı, içleri ateşli, el ele gönül gönüle beklemişler sonlarını. Etraflarındaki halka daralmış, derebeyinin iki ayaklı köpekleri kirli dişlerini göstererek avlarını bir an evvel ele geçirmenin sevinci içerisinde, çukura doğru yaklaşmağa başlamışlar. Artık her şey bitmek üzereymiş. Merhametin, acımanın, affetmenin yeri olmadığı bu dünyada iki zavallı sevdalının tek dayanağı sadece Yüce Varlık’tır. İki gönül, birbirinden habersiz en temiz dileklerle ALLAH’a yönelmiş. Dudakları değil kalpleri konuşmuş o anda; "Kurtar bizi ya Rab kurtar bizi ya Rab."
Birden, toprağın derinliklerinden bir uğultu duyulmuş. Yayalar, atlılar, derebeyinin iti-köpeği hepsi oldukları yerde kalmışlar. Meşaleleri sönmüş. Dehşet içinde ne yapacaklarını bilemez hale gelmişler bu uğultu karşısında. O sırada toprak ağır ağır açılır, çukura saklanan iki genç el ele, gönül gönüle yarılan toprağın derinliklerinde kaybolmuşlar. Aniden bir su fışkırmış sevdalıların kaybolduğu çukurda. Hafif tuzlu ,soğuk bir su fıkır fıkır kaynayarak çukuru doldurmuş. Sonra da ağlar gibi sesler çıkararak meydana getirdiği ufacık gölün kenarından ağır ağır akmağa başlamış. Takipçiler saatlerce bulundukları yerden kıpırdayamamışlar korkularından. Neden sonra, ortalık ağardığında, önlerinde bir ufacık göl görmüşler. İçerisinde kalbe benzeyen hava kabarcıklarının fokur fokur kaynadığı bir göl; hepsi korku ile bakmışlar.
Her şeyin bittiği, bu ufacık gölün iki sevdalıya sonsuz bir kavuşma yeri olduğu anlaşılmıştır. Artık giden gitmiş, bu dünyada kavuşamayan iki gönül öte dünyada birleşerek su olup yer yüzüne çıkmıştır. Berrak fakat acı bir su. Bir süre sonra gölün kenarında bir salkım söğüt büyümüş. İnce yapraklarıyla göle göldeki sevdalılara gölge olmak için. Artık, yıllar yılları kovalayarak geçip gitmiştir. Fakat iki sevdalının arkasından hiç kimse kötü niyetle konuşamayacaktır. Onların kaybolduğu yerden fışkıran suya, zamanla ‘Çermik’ adı verilir. Bu sudan bir yudum içmek, elini yüzünü yık arayarak şifa bulma ümidiyle çok uzak yerlerden genç kızlar, kadınlar, yaşlılar buraya gelmeye başlayacaklar. Göl kenarındaki söğüdün dallarını dua okunmuş bez parçalarıyla donatacaklardır niyetlerince.
Çermik gölü, Gölköy Kasabası'nın ortasındadır. Her yıl Hıdırellez Günü burası ziyaretcilerle dolup taşar. Bu bir gelenek haline gelmiştir. Efsaneyi bilenler, suyunda hiçbir canlının yaşamadığı Çermik’ten içerek duada bulunurlar. Efsaneden habersiz olanlar yine de bir fayda umarak, çermik’in acı suyundan bir yudum almadan geri dönmezler. Göl o gün bugündür ahrette kavuşan iki sevdalının hatırasını, yaşayanlara hatırlatmak ister gibi fıkır fıkır kaynamaktadır.
Kaynak: Ordu Efsaneleri/Ordu Folklorundan Damlalar-Sıtkı ÇEBİ