Destan
Gündeşlioğlu
"Çok eskiden bir Gündeşlioğlu varmış.
Çok ünlü ve zenginmiş. Hayvan sürüleri,
develeri, öküzleri, inekleri sayısızmış.
Tarlaları, bahçeleri, buraların gelirleri
çok fazlaymış. Lakin bunları yönetecek
çocukları yokmuş. Onun için Allah’a çok
yalvarırmış. Yalvarırken de:
“Allah’ım bana bir zürriyet ver, bütün
malımı yok et.” dermiş.
Günlerce böyle yalvarmış. Gün dönmüş,
devran geçmiş, ikiz oğlan çocukları olmuş.
Çok sevinmiş, dünyalar Gündeşlioğlu’nun
olmuş. Amma unuttuğu bir şeyler varmış.
*
Gündeşlioğlu uyumuş. Rüyasına melekler
girmiş.
“Sen evlat istemiştin, evladın oldu. Şimdi
sözünü yerine getir.” demiş, gitmişler.
Gündeşlioğlu sabahleyin kalkmış, düşünmüş
amma bir türlü aklına getirememiş.
Yine akşam olunca yatmış, yine rüya görmüş.
Rüyasında aynı şey olmuş.
“Adakta bulunmuştun, yerine getir.” demiş,
gitmişler.
Bir korkuyla uyanmış. Düşünmüş, taşınmış.
Aş-ekmek yememiş. Karısı:
“Neden yemek yemiyorsun? Hasta olacaksın!
Allah’tan evlat istedin, evlat da verdi.
Malımız da var. Düşünüp dert edecek
hiçbir şeyimiz yok.” demiş.
O da:
“Hanım!” demiş. “Şimdi sana nasıl anlatayım?
Benim iki gündür, rüyama geliyorlar,
değişik rüyalar görüyorum. Benden
sözümü yerine getirmemi istiyorlar. Düşünüp
taşınıyorum, ne söz verdiğimi bir türlü
aklıma getiremiyorum.” demiş.
Karısı da:
“Sen Allah’tan evlat istemiştin. ‘Malımı
feda ederim.’ demiştin. Kurban istiyorlar.”
demiş. Bunun üzerine koçlarından birini
bağışlamış. Onu da iki üç kişiye pay etmiş.
Rahatladım zannetmiş. Uyumuş. Yine
rüyasında melekler:
“Biz onu kabul etmiyoruz. Adağını yerine
getir.” demişler.
Gündeşlioğlu uyanmış, durumu karısına
anlatmış. Karısı da:
“Tekrar görürsen sor bakayım rüyana girenlere,
neymiş istedikleri?” diye akıl vermiş.
Gündeşlioğlu ertesi gece uyumuş, yine
gelmişler.
“Adağımı yaptım, daha ne istiyorsunuz?”
demiş.
Onlar da:
“Biz onu kabul etmiyoruz. Sen ‘Bütün mal
varlığımı!’ demiştin.” demişler.
Gündeşlioğlu uyanmış. Bir koç daha kurban
etmiş.
“Adağımı yerine getirdim.” demiş.
Gün bitmiş, akşam olmuş. Yine rüyasında:
“Bu da kabul değil, tüm mallarını istiyoruz.”
demişler.
Gündeşlioğlu:
“Fakat nasıl veririm tüm mallarımı?” diyerek
diklenmiş. Diklense de bir korkuyla
uyanmış. Aşağıya inmiş ki sürünün biri
yok olmuş.
*
Böyle böyle Gündeşlioğlu gittikçe fakirleşmiş.
Evinde yiyecek ekmek bile kalmamış.
Bir sabah heybesini omzuna atmış:
“Hanım!” demiş. “Kalk bakayım, Çocuğun
birini sen al, birini de ben alayım. Yola
koyulma vakti geldi.” demiş.
Bir zaman yol almışlar. Karınları iyice
acıkınca bir tarlaya girip başak toplamaya
başlamışlar. Tarlanın sahibi bunları görüp
bağırmış:
“Hey eşek sattığım emmi! Ne yapıyon
orada?” diye sormuş.
Ses yok.
Yine sormuş.
Yine ses yok.
Bir daha sormuş.
Yine ses yok.
Sonra dövmek için yürümüş. Gündeşlioğlu
orada bir türkü tutturmuş:
“Yer altında ağır mağara gezerdin
Yeryüzünde ağır sofra yazardın
Şimdi eşek oldun Gündeşlioğlu” demiş,
heybesini omzuna atmış gidiyormuş. Tarla
sahibi türküsünü duyunca eline-ayağına
sarılmış, özür dilemiş.
“Ben senin kim olduğunu bilmedim.” demiş.
Demiş amma olan da olmuş.
Gündeşlioğlu:
“Benim kaderim böyleymiş.” demiş, yola
koyulmuş.
*
Gide gide bir su kenarına gelmişler. Su
bayağı fazlaymış. Gündeşlioğlu:
“Hanım!” demiş. “Çocuğun birini ver, önce
onu geçireyim. Sonra da gelir öbürünü
geçiririm.”
Çocuğun birini geçirmiş. Kayanın dibine
koymuş. Beri tarafa gelmiş, öbürünü geçirirken
karşıdaki çocuğun kundağını bir
kurdun alıp kaçırdığını görmüş. Onu
kurtarayım derken elindeki çocuğu da sel
almış götürmüş. En son hanımını geçirmiş
karşıya. Hanım demiş:
“Burada yollarımız ayrıldı. Bize ayrılık
göründü.”
Sonra biri aşağıya, biri yukarıya doğru
gitmiş.Kadın gide gide bir sandıkçıya rastlamış.
Sandıkçı acımış, eve götürmüş. Hanımına:
“Al hanım, sana besleme tuttum.” demiş.
Hanımı istememiş. Adam:
“Fakir, aç, kimsesiz.” dediyse de hanımı
anlamamış. Sandıkçı, kadını götürmüş, bir
sandığın içine koymuş, kilitlemiş. Nehire
atmış.
*
Biz çocuklara gelelim. Çocuğun birini
avcılar kurdun ağzından almışlar. Öbürünü
de balıkçılar suyun içinde tutmuşlar.
Kurdun ağzından aldıkları avcı olmuş.
Balıkçıların tuttuğu ise balıkçı olmuş.
Bunların ikisi bir köyde büyümüşler amma
kardeş olduklarından haberleri yokmuş.
Bir gün ikisi de ava çıkmışlar. Suyun
içinde bir sandık görmüşler. Bu sandığı
tutmuşlar. “Açalım mı, açmayalım mı?”
diye konuşurken “Belki altın filan vardır.”
diye açmışlar. Bakmışlar ki içinde nur gibi
bir kadın. Kadına:
“Başından geçenleri anlat?” demişler.
Kadın anlatmış. Sıra bunlara gelmiş. Biri:
“Beni kurdun ağzından avcılar kurtardı.”
demiş.
Biri de:
“Beni selden balıkçılar kurtardı.” Demiş.
Kadın anlamış ki bunlar onun evlatları.
“Ben sizin ananızım.” diye boyunlarına
sarılmış. Ağlaşmışlar.
Çocuklar, analarına:
“Geldiğin yolu biliyorsan babamızı da
arayıp bulalım.” demişler.
Kadın geldiği yerleri tarif etmiş.
*
Çocuklar babalarını bulmak için yolla
koyulmuş. Analarını da yanlarına almışlar.
Gide gide bir yere varmışlar. Orada da
padişah seçimi varmış. Millet meydana
toplanır, bir kuşu salıverirler, kuş kimin
başına konarsa onu padişah seçerlermiş.
Kuş bu defa sarayın hamamını yakan
külhanın başına konmuş. O isli pisli olduğundan
topluma katmazlarmış. Kabul
etmemişler. Üç kere denemişler. Üçünde
de onun başına konmuş.
“Bu işte bir iş var.” diye çaresiz kabul
etmişler.
Adamı meydana getirmişler. Adam ne
kadar:
“Ben padişah olmak istemiyorum.” dediyse
de dinlememiş, onu padişah seçmişler.
*
Bu arada çocuklarla kadın o meydanlıktaki
herkese başlarından geçenleri anlatmışlar,
adamı sormuşlar, amma bir tanıyan
çıkmamış.
“Konuşmadığımız, kim kaldı?” demişler.
“Biraz önce padişah seçilen külhan kaldı.”
demişler.
“Bir de ona soralım.” demişler.
Ona da başlarından geçenleri anlatmışlar.
O da anlamış ki bunlar kendi karısı
ve çocukları. Birbirlerine kavuşmuşlar.
Sarılıp ağlaşmışlar. (Kaynak: Sevim GÖK, K. Maraş (5)"
Kaynakça:
ERŞAHİN, İ. (2014). Kahramanmaraş'ta Halk Anlatmaları. Akdeniz'in Altın Kenti Kahramanmaraş. Kahramanmaraş İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayını, 354-356.