Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) 17 Ekim 2003 tarihinde Paris’te düzenlenen 32'nci Genel Konferansı’nda, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’ni kabul etmiştir. Türkiye 19 Ocak 2006 tarihli ve 5448 sayılı Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi'nin uygun bulunduğuna dair kanunla bu sürece dâhil olmuş ve 27 Mart 2006 tarihinde resmen taraf olmuştur. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, 4848 Sayılı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanununun 13.'ncü maddesine göre Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü icracı birim olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Somut Olmayan Kültürel Miras Alanları şunlardır:
- Somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar (destanlar, efsaneler, halk hikayeleri, atasözleri, masallar, fıkralar vb.),
- Gösteri sanatları (karagöz, meddah, kukla, halk tiyatrosu vb.),
- Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler (nişan, düğün, doğum, nevruz, vb. kutlamalar),
- Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar (geleneksel yemekler, halk hekimliği, halk takvimi, halk meteorolojisi vb. ),
- El sanatları geleneği (dokumacılık, nazar boncuğu, telkari, bakırcılık, halk mimarisi).
İznik Çİnisi: Çini kuvars kil, cam tozu (frit) dolomit, marn, tebeşir tozu gibi hammaddelerle, belirli oranlarda karıştırılarak oluşturulan ve üzerine sıraltı ve sırüstü dekor uygulanan tek yüzü veya çift yüzü sırlı, 850- 950 derece arasında pişirilerek elde edilen seramik türüdür. İznik çinisi tarihte Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sanatının özelliklerini yansıtması açısından önem taşımaktadır. Osmanlılar çiniyi mimari eserlerde ilk defa Bursa’da Yeşil Camii ve Türbesinde kullanmışlardır. İznik çinisi zamanla adını duyurarak Cenovalı tacirler aracılığı ile bütün Avrupa ülkelerine ihraç edilmiştir. Ayrıca çini sanatının gelecek kuşaklara aktarılması yaygınlaştırılması tanıtılması amacıyla İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesine kayıt edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından dosya hazırlama çalışmaları devam etmektedir.
Karagöz ve Hacivat: Karagöz, deve veya manda derisinden yapılan insan, hayvan veya eşya şekillerinin (tasvir) çubuklara takılıp arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerinde hareket ettirilmesi esasına dayanan bir gölge oyunudur. Karagöz oynatan sanatçıya “hayali” adı verilir. Hayaliler, oyunun yaratıcısıdır ve gösteri sırasında seyircinin özelliklerine göre oyunda değişiklikler yapar, sahnelerin yerlerini değiştirip, konuyu günceller. Karagöz oyununda konular, komik öğeler öne çıkarılarak işlenmekte, çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü ögeleri olarak yer almaktadır. Karagöz, oyununun başrol oyuncusudur. Okumamış, cesur, tepkilerini açıkça gösteren, çabuk öfkelenip kavga eden, yalancılığa ve ikiyüzlülüğe tahammül edemeyen gerçekçi bir halk adamıdır. Hacivat, Karagöz’ün tam tersi bir tiptir. Eğitim görmüş, iyi konuşan, bilgili, kişisel çıkarlarını önde tutan, kurulu düzeni kabul etmiş, içten pazarlıklı, nabza göre şerbet veren, tüm mahallelinin akıl danıştığı, yardım istediği kurnaz bir tiptir. Oyununun diğer tipleri Zenne, Çelebi, Tiryaki, Beberuhi, Laz, Kayserili, Kastamonulu, Rumelili Arap, Kürt, Arnavut, Frenk/Rum, Ermeni, Yahudi, Matiz, Külhanbeyi ve Çengidir. Karagöz, 2009 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili Listesi'ne kayıt ettirilmiştir. Gölge oyunlarının ülkemizdeki temsilcisi olan Karagöz ile Hacivat tiplemelerinin Bursa da yaşadığı ve Orhan Cami inşaatında çalıştıkları ile ilgili çeşitli anlatılar bulunmaktadır. Karagözle Hacivatın konuşmaları ve deriden yapılmış tasvirleri bir perdede oynatılarak insanların izlenimine sunulmuştur. Günümüzde Bursa’da Karagöz ve Hacivat geleneği sürdürülmektedir. Karagöz ile Hacivatın anıt mezarları karşısında faaliyet yürüten Karagöz evinde hem bu gelenek yaşatılmakta hem de bir sonraki kuşaklara aktarılması için genç hayali ustaları yetiştirilmektedir.
Bursa Bıçağı: Bursa bıçakçılığının, temelini oluşturan demircilerin serüvenine baktığımızda yedi yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bursa el zanaatları arasında geçmişten günümüze kadar özel bir yeri olan bıçakların ünü günümüzde de sürmektedir. Orhangazi’den başlayarak ilk yedi padişahın kılıç, kama, balta, mızrak gibi aletleri Bursa demirci-bıçakçılarının eseridir. Beyazıt ile Timur arasındaki savaşa katılan yaklaşık 70 bin Osmanlı askerinin kılıç, kama, hançer gibi silahlarının hepsi Bursa’da yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde de Osmanlı ordusunun silah ihtiyacını karşılayan Bursalı demirci-bıçakçılar, en son Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında askerlerimizin bir kısmının kılıç ve kama ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kılıç ve kama gibi silahların kullanım sahalarının azalması üzerine, bıçak yapım tekniğinde yeniliklere gidilmiş; ekmek bıçağı, sofra bıçağı, meyve bıçağı gibi bıçak çeşitleri ilk defa Bursa’da Okçular Çarşısı’nın altında, Dağıstan Çarşısı’nda üretilmeye başlanmıştır. Geleneksel yöntemlerle el işi ile yapılan bıçakların kullanım alanlarına göre ortalama 150 çeşit bıçak olduğu bilinmektedir. 93 savaşı olarak bilinen savaş yıllarında Balkanlardan Bursa’ya göç eden bıçak ustaları ile Bursa bıçakları kullanım alanlarına göre çeşitlenmiş ve bütün Anadolu’da yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bel bıçağı, et bıçağı, kıyma bıçağı, kaymak bıçağı, pastırma bıçağı, börek bıçağı, bekçi bıçağı, kasap bıçağı gibi çeşitleri sayılabilir. Ancak Bursa’ya özgü oluklu-yivli Bursa Bıçağı’nın üretimi, 1953’de yivli bıçak ve benzeri aletlere getirilen yasak nedeniyle durmuştur. 2007 yılı itibariyle Bıçakçı Odası’na kayıtlı 148 esnaf, sanatkâr Kayhan Çarşısı’nda, bir kısmı ise Zafer ve Yavuz Selim ile Duaçınarı mahallelerinde faaliyet göstermektedirler.
Hamam Geleneği: Antik çağdan günümüze kadar yazılı kaynaklardan ve arkeolojik verilerden yola çıkılarak yıkanma, banyo ve hamam kültürünün M.Ö.5'inci yüzyıla kadar tarihlendiği görülmektedir. Homeros ve Hesiodos'un eserlerinde yıkanmanın bedeni temizleme, güzelleşme ruhu temizleme amacıyla yapıldığı ve bunun için su ısıtılarak özel yıkanma odalarının olduğu anlatılmaktadır. Roma İmparatorluğu döneminde kent yaşamının önemli bir parçası olan hamamlar, savaşlarda ele geçirilen bölgelerin Romalılaştırılması açısından önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Roma hamamları insanların birbirleri ile iletişim kurdukları ve boş vakit geçirebildikleri sosyal alanlar olmuştur. Anadolu’da Roma döneminden kalan hamamların bir kısmı ortaçağ ve sonraki dönemlerde de kullanılmış, Bizans ve Selçuklu uygarlıklarının beğeni ve ihtiyaçları içinde şekillenmiştir. Osmanlı Hamamı Mimari kurgu ve ısıtma sistemi bakımından temel olarak Roma Hamamına benzese de Roma hamamlarının gösterişli yapılarından farklı olarak işlevsel, pratik ve gösterişsiz yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Bursa’yı tanımlarken “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” der.
Erguvan Bayramı: 1394- 1429 yılları arasında Bursa’da yaşamış olan Mutasavvıf Emir Sultan (Şemseddin Muhammed) Bursa’da yaşayan her kesim insan dışında çevre İllerde de tanınmış ve sevilmiştir. Özellikle Erguvan çiçeklerinin açtığı bahar aylarında “Erguvan Faslı, Erguvan Cemiyeti, Erguvan Bayramı” adı verilen sohbetlere Emir Sultan’ın adının duyulduğu bütün bölgelerden insanlar ziyaretine geliyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde "Senede bir defa Emir Sultan Hazretleri’nin Erguvan Cemiyeti Fasıl olup her taraftan deniz gibi insanlar toplanır ki, bu kalabalık cemiyeti anlatmakta kalem acizdir. Böyle bir cemiyet ancak Emir Sultan sevgisiyle olur...” diye belirtmektedir. Emir Sultan döneminde bir hafta süren Erguvan Faslı süresince Emir Sultan Dergâhında dini, sosyal ve kültürel alanlarda sohbetler yapılıyordu. Emir Sultan'ın ölümünden sonra da her yıl erguvan çiçekleri açtığı zaman Emir Sultan'ın Türbesini ziyaret etmek ve ona sevgisini sunmak isteyen kişiler tarafından ziyaret edilmiştir. Baharın müjdecisi olan ve Erguvan ağacı çiçek açan ağaçlar arasında rengi, doğadaki duruşu ile Emir Sultan'ın ve Buralıların ilgisini çekerek yılda bir kere yapılan bu buluşmaya adını vermiştir.
Gezek Kültürü: Gezek; Belli meslek ve ekonomik yapıdaki insanların saz ve söz üstatlarının bir araya geldiği haftanın bir günü gezek üyelerinden birinin evinde toplanıp belli bir program ve düzen içinde gelişen şarkıların söylenip oyunların oynandığı ve ikramların yapıldığı eğlenceli toplantılardır. Gezek toplantılarında “saz başlar söz biter” kuralı vardır, toplantılar sırasında iş, futbol ve siyaset konuşulması yasaktır, herkes şarkılara eşlik etmek zorundadır. Geçmişte bayanların alınmadığı toplantılara dış Gezek toplantılarında izleyici olarak bayan katılımcılar kabul edilmektedir. Bursa’da bilinen beş Gezek topluluğu bulunmaktadır. Gezek toplantıları üyelerin evleri dışında mekanlarda da yapılmaktadır. Bu Gezeklere “dış gezek” adı verilmektedir. Gezek yapılacak evin üyeler tarafından kolay bulunması için evin balkonuna “Gezek Feneri” adı verilen fener asılır. Gezek Kültürü Bakanlığımız tarafından yürütülen Somut Olmayan Kültürel Miras çalışmaları kapsamında Müdürlüğümüz başkanlığında oluşturulan Somut Olmayan Kültürel Miras Tespit Kurulu tarafından teklif edilerek, Geleneksel Sohbet Toplantıları adı altında 2010 yılında Somut Olmayan Kültürel Miras Ulusal Envanterine kayıt edilmiştir.
Danışık: Bursa’nın Dağ Bölgesi adı verilen Keles, Orhaneli, Büyükorhan ve Harmancık İlçelerinde düğünlerde danışık yapılmaktadır. Düğünün birinci akşamı sofracıların, misafir kabul edecek hanelerin tespit edildiği, düğünün planlandığı, görevlilerin ve köy halkının eğlendirildiği geceye verilen isimdir. Danışık sırasında tüm köy halkı davet edilerek düğün sahibine yapılacak olan yardımlar planlanır.