Mersin’in Mut’u, Anamur’u, Gülnar’ı, Silifke’si, Tarsus’u, Aydıncık, Bozyazı ve Çamlıyayla’sı; her birinde, katkısız ve katıksız folklor zenginlikleri göze çarpar. Derler ki, Kozan’ın Farsak köyünden kalkarak omzunda sazı Anadolu’yu dolaşan Karacaoğlan; Ayşe, Fadime, Elif derken Mut’a gelir. Mut’ta Çukur Köylü Karacakız’ın zülfünün tellerine takılır kalır. Ben bu vuslatı olmayan hikayeyi burada tekrarlamak istemem. Ama bugün Mut’un az ötesindeki bir tepede mutsuz Karacakız'ın mezarından söz ediliyorsa, bu boşuna değildir. Karacaoğlan gibi bir ozan, Mersin’e yakışır da ondan.
İşte yanı başımızda Silifke, Silifke’nin keklik sekişli, yürek yakışlı oyununun bir hikayesi vardır, anlatırlar. Bir gün Silifke’nin yanı başındaki Yörük obasına bir ozan gelir. Oba Beyi’nin çadırına konuk olur. Hoşbeşten sonra Bey: "-Ozanım diyorsun oğul... Bizde ozan dediğin sazına keklik kondurur. Gücün varsa çal sazını, kondur kekliği, konduramazsan çek git bu obadan bir daha da ozanım deme..." Aşık alır sazı eline, yaslanır bir ardıç ağacının gövdesine. Hem çalar, hem de başlar keklik gibi ötmeye... Çevrede ne kadar keklik varsa toplanır başına, kimi sazına konar, kimi omzuna... Bey bakar ki gerçek aşık, mal verir, davar verir. Mersin’in keklik konduran ozanları, keklik sekişli kızları, kızanları, omzunda saz oba oba, köy köy gezenleri.. Bu çeşit örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Halk Musikisi: Macarların dünyaca ünlü müzik adamı Bela Bartok, 1930’lu yıllarda Toroslarda, Mersin yöresinde halk musikisi ile ilgili araştırma çalışmaları yapmış, ünlü bestekarımız Ahmet Adnan Saygun da ona yardımda bulunmuştur. Bartok ülkesine döndükten sonra yaptığı çağdaş bestelerde, Türk Halk Musikisi motiflerinden yararlanmış ve bunu dünyaya ilan etmiştir. Alman Etno müzikoloğu Dr. Kurt Reinhard’ın, da halk musikisi ile ilgili geniş çalışmaları vardır.
Halk Oyunları: Yöre halk oyunları toplulukları, yurt dışında iştirak ettikleri yarışmalarda daima birincilik ödülünü kazanmışlar veya en kötü ihtimalle ilk üç dereceye girmeyi başarmışlardır. Yurt dışındaki halk oyunları yarışmalarında, yabancıların başını döndüren oyunlarımızın başında Silifke Halk Oyunları gelmektedir.
Halk Edebiyatı: İncelikte yüksek kültürün mahsulü olan divan edebiyatımızın seviyesine çoktan varmıştır. Bir Yahya Kemal'i alıyorsunuz; "Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın" diyor. Bu şiirde varılabilecek bir seviyedir ama ne diyor bölgemiz aşıklarından Aşık İrfani; "Uz bas kunduranı yer incinmesin, Tara zülüflerini bel incinmesin." Aşık İrfani ile diğeri arasında 100 yıla yakın fark vardır. Karacaoğlan’da başka güzellikler görürüz. "Bir güzel düşünün, bir bahçeye giriyor. O kadar güzel ki, o bahçenin içerisinde gül “en güzel benim” diyor. Kasıntı halinde, menevşe aynı şekilde: Salınıp bahçeye girdi Hep çiçekler selam durdu Mor menevşe boyun eğdi Gül kızardı hicabından." Gülün kasıntısını bile ayıplıyor. Bir başka sevgi kıskançlık; "Bulut bulut üstüne Bulut yağmur üstüne Bulut Allah'ını seversen Yağma yarin üstüne O yana bu yana bakma Beni ateşlere yakma Elini koynuna sokma Seni senden kıskanırım."
Halk şiirinin inceliğine girdiğimiz zaman güzelliklerin en mükemmelini bulmaktayız. Atasözlerimizde hayat gerçeği yatar.
Mahalli Kelimeler: Mahalli kelimelerden biri de “seki”, topraktır. Seki en az sekiz on yerde kullanılıyor. Seki, “basamağı sekmek” diyoruz, fiil anlamında “sekmek” diyoruz, yere konmuş çuvala “seklem” diyoruz. Başka, bazı evler de vardır, üzeri toprakla örtülü “seki altı” diyoruz. Bir tek seki kelimesinden 8-10 çeşit kelime üretmek mümkün oluyor. Bu bizim dilimizin zenginliğidir.
Mutfak: Mut yöresinde davar yoğurdu toprak çömlek içine konup ağzı iç yağıyla dondurularak, havayla irtibatını kestikten sonra çömlek, toprağa konuluyor. Gözeneklerinden aldığı sızıntıyla katılaşıp kalıyor. Kış gününde ihtiyaç olduğunda ağzından kırılıp ihtiyaç kadar alındıktan sonra aynı şekilde kapatılıyor. Böylece kış gününde davar yoğurdu yeme imkanı buluyorsunuz Mutfağımızda bir de bulgur hadisesi vardır. 1965'te bir heyet bizim bulgurumuzu incelemiş. Sebep şu, uzun sürecek bir nükleer savaşta Nato ülkelerinin yiyecek meselesi. Neden bulgurun üzerinde durmuşlar? Bulgur kaynatılmadan önce yıkanıyor, güneşte kurutuluyor, değirmenden çıkınca yine kurutuluyor, yemeden önce kaynatılıyor. İşte bizim mutfağımızın 1000 yıllık hediyesi.
Mezar Kültürü: Ölümde en çok tabiiliğe yaklaşma hadisesi vardır. Cenazeyi yıkamada kullanılan “kevgir” isimli kabak, bıçakla açılmaz. Taşa vurulunca kendiliğinden bir delik açılır, su bununla ölü üzerine dökülür. Mezara gidersiniz cenaze kabre konur, taş veya mertek aralarına çamur konur, toprak cesedin içerisine dökülmesin diye. Orada da tabiiliğe dikkat edilir, çamur sıvanmaz, atılır. Ateş yakılır, söndürülmez. İnançla bağlantılıdır, cenazenin suyunun ısıtıldığı bu ateş kendiliğinden sönmeye bırakılır. Bu hem işarettir, ölü evinin belirtilmesi bakımından, hem de “ocak sönmesin” biri gitmiştir, bir başka daha gitmesin.
Köy Mimarisi: Aşiretten yerleşime, Yörüklükten şehirleşmeye geçişte tarım arazisi kullanılmaz. Eski köylerimizin hiç birisi tarım arazisi üzerine kurulu değildir.
Düğün türküleri: Yörede klarnetle Cezayir çalınır. Neden Cezayir? Düğünde gelinin çıkış bölümüne bilerek monte edilen Cezayir türküsü, eskiden Cezayir’e gidenler geri dönmezdi de ondan. Anadolu insanı için bu bir manasız savaştır, Cezayir'e giderken gelin kocasını, ana kuzusunu geri dönmemek üzere yolcu etmiştir. Baba evinden çıkan kız da yeni evinin kadını olacaktır. Kadın baba evine tekrar gelmeyecektir. Orada bir niyaz vardır. “Al başınla git, ak başınla gel”, yani saçın ağarıncaya kadar buraya gelme.
Halk Hekimliği: Cilt kanserinin yöremizdeki adı “gövündürme”dir. Yanmadan mütevellit gövünmedir. Gövündürme diye de bir ot vardır. Yüzde yüz tedavi edici özelliğe sahiptir. Kocakarı ilacıdır deyip geçilmemesi tavsiye edilir. Hayvancılık Mut'ta Alagöz adında Hacahmetli Köyü'nden bir vatandaş Silifke'de bir eve misafir olur. Evdeki kilimin üzerinde elini gezdirmektedir. Onun bu halini dikkatle izleyen ev sahibi “Ne oldu, neye bakıyorsun?” diye sorar. “Yahu bu çulun kılı benim davarın kılına benziyor da” diye cevap verir misafir. Sonraları araştırılır ki kilim, Alagöz Koca’nın davarının kılından yapılmadır. İşte yöre insanı, davarının kılını tanıyacak kadar dikkatlidir.
Kaynaklar: Hilmi Dulkadir. İçel ili Folklor Bibliyografyası. Ankara 1995 Kültür Bakanlığı Yayınları/1630. 303 S. Mehmet Önder. İçel’in Folklor Güldestesi. İçel Kültürü 1. (1), Ocak 1987, 5 s.