Batı Tiyatrosu
Türk tiyatrosunun gelişmesini üç döneme ayırabiliriz. Tanzimat dönemi, Meşrutiyet dönemi ve Cumhuriyet dönemi.
Tanzimat Dönemi:
Tanzimat'la birlikte batılı bir tiyatro anlayışını benimseyen Türk tiyatrosu, Cumhuriyet döneminde yurdun her yanında açılan halkevlerinde amatör tiyatro çalışmaları başlayıncaya ve Ankara'da 1940'ların sonunda devlet eliyle bir konservatuvar ve Devlet Tiyatrosu kuruluncaya kadar geçen sürede hemen hemen yalnız İstanbul'da bir gelişme alanı bulabilmiştir. Bu dönemde atılan adımlar ulusal bir tiyatronun kurulması doğrultusunda özgün yapıtların yazılmasını ve yerli bir duyarlılığın oluşmasını sağlayacak çabalardan çok, kendi toplum yapısına uymayan bir dünyanın tiyatro örneklerine öykünme gibi çelişik bir eğilimi yansıtır. Siyasal ve ekonomik baskılar sonunda batıya açılmaya karar veren III. Selim, II.Mahmud, Abdülmecid gibi yenilikçi padişahların ve bu görüşü benimseyen okuryazar çevrenin Türkiye'ye batı tiyatrosunun girmesinde büyük payı vardır. İstanbul'daki yabancı elçiliklerin aracılığı ve batıya daha kolay yaklaşabilen azınlıkların da girişimiyle çeşitli sanat dallarında batılı biçimler denenmeye başlanmış, tiyatro da bir kurum olarak saray ve halk tarafından büyük ilgi görmeye başlamıştır. Sarayın desteği İstanbul'a gelen yabancı topluluklara gösterdiği ilgiyle kalmamış, Çırağan, Dolmabahçe ve Yıldız saraylarında tiyatro salonları yaptırılmıştır.
Batılı anlamda ilk Türkçe oyun, Şinasi'nin Şair Evlenmesi'dir (1860). Bu oyun Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda oynanmak üzere yazıldığı bilinmektedir. Bu arada İtalyan, Fransız, Alman, Avusturyalı tiyatro, opera ve bale toplulukları, Adelaide Ristori, Sarah Bernhardt gibi dünyaca ünlü sanatçılar İstanbul ve İzmir'de temsiller vererek bu kentleri önemli sanat merkezleri durumuna getirmişlerdir.
Bu dönemde Şinasi, Namık Kemal, Direktör Âli Bey, Ahmed Midhat Efendi, Ebüzziya Tevfik, Teodor Kasap, Ahmed Vefik Paşa veAbdülhak Hamid gibi ilk Türk oyun yazarları da yazdıkları ve uyarladıkları oyunlarla Güllü Agop, Mardiros Mınakyan, Tomas Fasulyeciyan ve Ahmed Fehim (1856-1930) gibi tiyatro adamlarının çabalarına destek olmuşlardır.
Bu dönemin oyunlarında genellikle vatan ve özgürlük aşkı, evlilik ve aile düzeninin eleştirilmesi, inançlar ve boş inançlar, batıya açılmanın getirdiği sorunlar irdelenmiştir. Batılı biçimlere yerli içerik bulmaya çalışan Tanzimat tiyatrosunun ahlakçı, öğretici bir tutumu olmakla birlikte, eğlendiriciliği de elden bırakmadığı görülür.
Meşrutiyet Dönemi:
II. Meşrutiyet'in ilan edilmesiyle (1908) gelen özgürlük ortamı İstanbul'da tiyatro yaşamına da büyük bir canlılık kazandırmıştır. Anayasanın yurttaşlara tanıdığı yönetime katılma ve denetleme haklarını kullanmak isteyen birçok yazar ve sanatçı görüşlerini yansıtmak için tiyatroyu elverişli bir araç saymıştır. Oyunların konularını Osmanlı tarihindeki zaferler, kahramanlık destanları, çokevlilik, evlilik dışı ilişkiler, kadın hakları, köylerdeki sömürü ve bozuk düzen oluşturuyordu. Tanzimat döneminde daha çok Ermeni oyuncuların ayakta tuttuğu tiyatro sanatı Meşrutiyet döneminde Türk oyuncuların da katılmasıyla güçlenmiş ve yaygınlaşmıştır. Böylece, yeni yazarlara ve tiyatroculara hazırladığı yetişme olanaklarıyla, 1923'ten sonraki Cumhuriyet tiyatrosunun temelleri bu dönemde atılmış oldu. Halka tiyatronun ne olduğunu anlatmak ve iyi bir tiyatro izleyicisi yetiştirmek için de çaba gösterilmiştir. Tiyatroya çok yabancı olan halka, tiyatroya koyu renk, temiz bir giysiyle gelinmesi, oyun sırasında yüksek sesle konuşulmaması, fındık fıstık yenmemesi için programlar ve el ilanları aracılığıyla uyarılarda bulunulmuştur.
Tanzimat Tiyatrosu’ndan itibaren en önemli sorun, kadın oyuncu sorunu olmuştur. Meşrutiyet Dönemi bir çok sorunların olduğu gibi kadın sorunun da yüzeye çıktığı, tartışıldığı bir dönemdir. Kadınlara eşit hakların verilmesi, kadın - erkek ayrımcılığının kaldırılması tartışılan başlıca konulardı.
Temsillerde Ermeni kadınların bulunması güç değildi, ancak Ermeni oyuncular için öngörülen sakıncalar Ermeni kadın oyuncular için de geçerliydi. En önemlisi de Türkçe’nin telaffuzuyla ilgili sorunlardı. Türk kadınının sahneye çıkmasının en ateşli savunucusu Muhsin Ertuğrul olmuş, özlemini duyduğu yürekli Türk kadının sahneye çıkması da 1920 yılında gerçekleşmiş ve Afife Jale ismindeki bu Türk kızı, Hüseyin Suat’ın kaleme aldığı “Yamalar” isimli oyunda sahneye çıkmıştır.
İlk Türk erkek oyuncusunun adı bilinmemektedir, çünkü Halk Tiyatrosu ve Köylü Tiyatrosu geleneğinde bir çok erkek oyuncu seyirciyle buluşmuştu. Ancak ilk erkek oyuncunun Ahmet Fehim Efendi olduğu sanılmaktadır. Güllü Agop Tiyatrosunun ilanlarından yola çıkılarak Ahmet Necip’in ilk Müslüman erkek oyuncu olduğu dile getirilmektedir.
Cumhuriyet Dönemi:
Cumhuriyet döneminde İstanbul, Türkiye'deki tiyatro etkinliklerinin merkezi oldu. Kurtuluş yıllarının coşkunluğu, çağdaşlaşma çabalarının üstyapı kurumlarında yoğunlaşan belirtileri tiyatroya da yansımaktaydı.
Kadın ve erkeklerin tiyatroya birlikte gitmeleri de bu değişimin örneklerindendir. Ayrıca, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın oyuncu sorunu çözümlenmiş, Darülbedayi'de oynanan Othello'da Desdemona rolünü Bedia Muvahhit, Emilia'yı ise Neyyire Neyir canlandırmıştır. Tiyatro öğrencileri arasında da artık kızlar görülmektedir.
Türkiye'nin ilk ödenekli tiyatrosu Darülbedayi'nin bu dönemde adı İstanbul Şehir Tiyatrosu olarak değiştirilmiş (1927), görgü ve bilgisini yurtdışında geliştiren Muhsin Ertuğrul'un yönetimindeki bu tiyatro yeni oyun yazarlarının, oyuncularının, yönetmenlerin ve her kuşaktan binlerce tiyatro seyircisinin yetişmesinde bir okul görevi görmüştür. Önceleri Tepebaşı'nda Dram ve Komedi tiyatrolarında çalışmalarını sürdüren topluluk, yapıların yıkılması ve yanması nedeniyle Beyoğlu Yeni Komedi Tiyatrosu, Harbiye Şehir Tiyatrosu gibi salonların yanı sıra, 1960'tan sonra yapılan Üsküdarve Fatih şehir tiyatrolarında ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin salonunda her tiyatro mevsiminde oyunlar sunmuştur. Bu ödenekli tiyatronun dışında bazı özel tiyatrolar da Meşrutiyet döneminden beri süregelen dağınık bir düzen içinde, gerek Naşit (1886-1943) gibi büyük halk sanatçılarının gördüğü ilgiyle, gerek operet topluluklarının getirdiği canlılıkla İstanbul'un tiyatro yaşamını zenginleştirmişlerdir.
Devlet Konservatuvarının temelini büyük önder Atatürk atmış, Türk gençlerinin yetenek ve yaratıcılıklarını ortaya çıkarıp, geliştirecek Devlet Konservatuvarı düşüncesi üzerinde titizlikle durmuştur. İlk adım olarak 1924 yılında Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Okulun amacı sanatçıdan çok, ortaöğretim için öğretmen yetiştirmekti. İkinci adım olarak, 1934 yılında Milli Musiki ve Temsil Akademisi kuruldu. Ancak Akademi’nin müzik yanı ağır basıyordu. Nitekim 1935’te Ankara’ya çağrılan ünlü Alman bestecisi Paul Hindemith Akademi’nin çalışmalarına dair yol gösterdi. Onun gösterdiği yolla Akademi’nin temsil bölümü 1936’da, rejisör Cari Ebert’in önderliğinde kuruldu. Akademinin kuruluş kanununun yeterli olmadığı görülerek 1940 yılında Devlet Konservatuvarı kanunu çıkarıldı. Devlet Konservatuvarı tiyatromuza yepyeni bir anlayış getirmiş, sanat ve kültür yaşamımıza katkısı büyük olmuştur.
Cari Ebert önderliğindeki Devlet Konservatuvarının Tiyatro Bölümünde kısa süre içerisinde, bir de Tatbikat Sahnesi kurulmuş, burada öğrenciler Batı Tiyatrosu ve Operasının seçkin eserlerini sahneye koyup, oynamışlardır. 1941 yılında kurulan Tatbikat Sahnesi her şeyden önce genç sanatçılarımız için bir uygulama alanı olmuş, ardından da Başkent halkının tiyatro ve opera gereksinimi karşılamaya başlamıştır. Fakat en önemlisi Tatbikat Sahnesi başkent ve dışında verdiği temsillerle Devlet Tiyatrosu’nun temel taşı olmuştur. Türk gençlerinin bilgi ve yetenekleriyle neler yapabileceklerini gözler önüne sermiş, Maeterlinck’ten, Moliere’e, Shakespeare’den, Goethe’ye, Lessing’e uzanan Batı’nın büyük yazarlarının seçkin eserleriyle seyirciyi buluşturmuştur.
Kaynak: Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü