HÜSNÜ YUSUF[1]
Bir varmış bir yokmuş, bir padişahın bir tek kızı varmış. Bu kız her gün has bahçenin içinden akan bir derenin kıyısına oturur serinlermiş. Günlerden bir gün yine bu derenin kıyısında serinlerken, kolundaki bileziğini çıkarıp bir taşın üstüne koymuş, derede ellerini yıkarken kırk bir tane beyaz güvercin gelip yeşil çimenlerin üzerine konmuşlar. Bunlardan kırkı bir silkinişte kız, bir tanesi de yakışıklı bir delikanlı oluvermiş. Bütün bu olan bitenleri hayran hayran seyreden padişahın kızı, bileziğini koluna takmak için, dere kenarından kalkınca, yakışıklı delikanlı yeniden bir güvercin oluvermiş, taşın üzerinde duran bileziği boynuna geçirip uçup gitmiş. Kırk kızın kırkıda güvercin olup onun peşinden pırradak uçup gitmişler.
Ondan sonraki günlerde kız yine has bahçedeki derenin kenarında oturmuş, güvercinleri beklemiş ama ne gelen, ne giden olmuş bir daha. Delikanlıya gönlünü kaptırmış olan kız derdinden hastalanarak yataklara düşmüş. Babası ülkenin en ünlü hekimlerini çağırtmış ama kızın derdine derman bulan olmamış. En son kızına bir hamam yaptırmış; her gelen, önce başından geçen ilginç bir olayı anlatır, ondan sonra yıkanırmış.
Günlerden bir gün hamama genç ve güzel bir gelin gelmiş ve başından geçen şu olayı anlatmış:
“Bir gün çayın kenarında çamaşır yıkarken, işimi bitirmek üzereydim ki, odunum bitti. O sırda otuz katır yükü odun geçiyordu yakınımdan. Peşlerine düşerek yürümeye başladım. Gittiler, gittiler, kayalık bir yerde bir kapının önünde durdular. Biraz sonra kapı açıldı ve katırlarla birlikte ben de içeri girdim. Girmemle kapının kapanması bir oldu. Yürüyerek bir merdivenden yukarı çıktım, bir odaya girdim. Girmemle kapının kapanması bir oldu. Yürüyerek bir merdivenden yukarı çıktım, bir odaya girdim. Burası bir mutfaktı. Nefis yemekler pişiyordu tencerelerin içinde. Birinin kapağını açtım. O sırada bir ses; “ bırak onu, açma kapakları. Onu peri padişahımızın oğlu yiyecek” diye seslendi. Kapağı kapattım, mutfaktan çıkıp bir başka büyük odaya girdim. İşte o zaman ne olduysa oldu. Tam kırk bir tane beyaz güvercin doldurdu odayı. Kanatlarını çırpar çırpmaz, kırkı birer genç kız, biri de aslan gibi bir yiğit oluverdi. Delikanlı bir odaya girdi, elindeki kamçıyı yere vurarak şaklatınca, odanın her bir yanı tiril tiril titredi.” Bunun üzerine:
“Sizler nasıl titriyorsanız, sevgilim de böyle titreyip inlesin” dedi ve odadan çıkıp gitti.
Ertesi gün katırlarla birlikte ben de bu garip yerden çıkıp evime döndüm.
Bunu duyan padişahın genç kızı:
“Bütün hamam senin olsun, yeter ki beni oraya götür,” demiş.
Ertesi gün katırların peşine düşen genç kız, açılan kapıdan içeriye giriyor, tencere kapaklarını kaldırıyor, karnını bir güzelce doyuruyor ve güvercinlerin gelmesini beklemeye koyuluyor. Görünmemek için de büyük odadaki dolaplardan birinin içine saklanıyor. Biraz sonra gelen güvercinlerden kırkı kız, biri de erkek oluyorlar. Bir de ne görsün? Delikanlı, gönül verdiği genç değil mi? Elindeki kamçıyı yere vurarak şaklatınca, her yer titreyip inlediği halde, kızın saklı olduğu dolapta ne bir hareket görülür, ne bir ses duyulur.
“Ey dolap, kaç senedir kahrını çekiyorum da, sen niçin inlemiyorsun?” diye sorar delikanlı.
“Ya Hüsnü Yusuf, içinde sevgilin saklı, onun için inlemiyorum,” diye dile gelen dolap karşılık verir. Dolabı açan delikanlı sevgilisin karşısında görünce, sevincinden deliye döner. Gel zaman git zaman, kız, sevgilisine, bir çocukları olacağını müjdeleyince; delikanlı: “Şimdiye kadar periler, senin burada olduğunu anlamadılar. Fakat anlarlarsa seni öldürürler. Ben seni, Padişah babamın sarayına götürüp, kapının önüne bırakırım. Sen de: Hüsnü Yusuf’un başı için beni içeri alın” dersin. Ben her gün seni görmeye gelirim, diye kızın gönlünü alır, sonra da onu kanadına bindirip babasının sarayı önüne bırakır: O gece kız bir erkek çocuk doğurur.
Bir gece, saraya gizlice giren Hüsne Yusuf’la kızın konuştuklarını hizmetçiler görüyor ve gidip padişaha haber veriyorlar. Padişah kızı huzuruna çağırtınca, kız olan biteni bir bir anlatıyor. Ertesi gece Hüsnü Yusuf gelince yakalanıyor. “Serbest bırakmalarını, bırakmadıkları takdirde perilerin hepsini öldüreceklerini söylüyorsa da, gene bırakmıyorlar. Padişah beyaz bir güvercin satın aldırıyor. Sarayın fırınlarından birini de yaktırıyor. Periler gelip Hüsnü Yusuf’u istiyor, üstelik de padişahın üstünü başını parçalıyorlar. Bunun üzerine Padişah elindeki beyaz güvercini havaya kaldırıyor ve:
“ Hüsnü Yusuf’un yokluğuna yıllarca katlandım, bundan böyle de katlanırım ama sizin yanınıza da bırakmam artık onu,” diyor. Sonra elindeki güvercini yanmakta olan fırının içine fırlatıyor. Fırlatılanın Hüsnü Yusuf olduğunu zanneden kırk perinin kırkıda fırına dalar ve hepsi de yanarlar. Böylece kötülük perilerinin elinden kurtulan iki gencin düğünü yeniden yapılır, yenilir, içilir, muratlarına geçilir.
Derleyen: Veysel ARSEVEN
Görsel: Yapay zeka kullanılarak yapılmıştır.
[1] Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1964, sayı:178