Klasik Türk Edebiyatı (12-19. yy)
Anadolu’ya Türkler tarafından gerçekeştirilen göçler ve akınlarla başlayan ikinci bin yılın ilk yüzyılından sonra Anadolu, Türkler için artık kalıcı bir yurt olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Selçuklu Devletinin kurulmasıyla birlikte Türklerin Anadolu’da yerleşik hayata geçiş süreci de hızlanmış ve pekişmiştir. Bu süreçle doğrudan bağlantılı olarak, özellikle Selçuklu sarayları ve şehirlerindeki edebî faaliyetler de artmıştır. Buna karşın resmî dil olarak Farsçayı, bilim dili olarak da Arapçayı benimsemiş olan Selçuklu Devleti döneminde verilen Türkçe eser sayısı oldukça azdır. Türkçe açısından bu eksikliğin bir anlamda halk arasında yaygın olarak anlatılan Battalnâme, Dânişmendnâme, Ebû Müslimnâme gibi dinî-destânî anlatılar, menkıbeler, Nasreddîn Hoca fıkraları gibi ürünlerle giderilmeye çalışıldığı düşünülebilir.
13. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan Moğol istilâsı ve Moğollara karşı kaybedilen Kösedağ Savaşı sonrasında Selçuklu Devletinin egemenliğinin daralmaya başladığı dönemde ortaya çıkan Türk beylikleri döneminde ise, Türkçenin yıldızının parladığı görülmektedir. Bu dönemde beyliklerin yöneticileri, kendileri de halk gibi Arapça ve Farsça konusunda bilgili olmadıklarından, Türkçe yazılmasını teşvik etmişler; böylece Türkçe eser sayısında büyük artış görülmüştür.
14. yüzyılın başında Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu’da Türk varlığını sürdürme ve pekiştirme işlevi, tamamen Türk beylikleri üzerinde kalmıştır. Moğol ve Haçlı baskısı altında askerî ve siyasî anlamda bu görevi yerine getirmeye çalışan Türk beylikleri, bir yandan da edebî ve kültürel faaliyetlerin devam ettirilmesi noktasında çaba göstermişlerdir. Nitekim nazım ölçüsü olarak aruzun tercih edildiği bu dönemde Türkçe açısından bugün bile çok önemli kabul edilen birçok eser kaleme alınmıştır. Ayrıca bu eserler, doğrudan klâsik Türk edebiyatı örnekleri arasında sayılamazlarsa da bu geleneğin oluşum sürecinde önemli rol oynadıkları gözden kaçırılmamalıdır. Zira bu eserlerin dili ağrılıklı olarak Türkçe de olsa, içlerinde Arapça ve Farsça birçok kelime bulunmakta ve nazım ölçüsü olarak da hep aruz tercih edilmekteydi. Diğer taraftan nazım şekli olarak tercih edilen mesnevi de klâsik Türk şiirinin gelenekselleştiği sonraki dönemlerde en temel nazım şekilleri arasında yer almıştır. Dolayısıyla doğrudan klâsik Türk edebiyatı örneklerinin ortaya çıkışına kadarki süreçte kaleme alınmış edebî ürünlerin bu edebiyatın varlığını hissettirmesi ve kendi kuralları çerçevesinde gelişmesi noktasında önemli katkısı olmuştur.
Bu arada 14. yüzyıla gelindiğinde eser sayısındaki artışla orantılı olarak edebî eserlerin niteliğinde de gelişmeler yaşanmıştır. Başta dinî, tasavvufî, ahlakî, tarihî ve destânî konular olmak üzere aruzla pek çok mesnevinin yazıldığı bu dönemde gazel ve kaside gibi nazım şekilleriyle de edebî ürünler verilmeye başlanmıştır. Bu anlamda elimizdeki şiir sayısı çok az olsa da Hoca Dehhânî, akla gelen ilk isimdir. Klâsik Türk şiiri geleneğine uygun olarak oluşturulan ilk dîvânlar da 14. yüzyılda kaleme alınmıştır. Ahmedî, Seyyîd Nesîmî ve Kadı Burhâneddîn, bu dönemde dîvân sahibi şairler olarak dikkat çekmektedirler.
Metnin tümüne "Klasik Türk Edebiyatı (12-19. yy)" isimli dokümandan ulaşılabilir.