Mardin bir arada katmanlaşan farklı medeniyetlerin izlerini taşımaktadır.
Tarih Önceis Kültürler
Mardin’in medeniyetini özetleyen hammaddeler “taş ve kil” olup, eski çağlardan kalan sanat eserleri ve taş abidelerin sayılarına münhasıran Mardin, diğer hiçbir medeniyetin elinde bulunmayan “kil mührü” elinde tutmaktadır. Şu anda dünyada ve özellikle Mezopotamya’nın etki alanına giren bölgelerde kil, yazının başka bir deyişle öğrenmenin en önemli belirleyici faktörü olmuştur. Mardin birçok farklı dil, din ve kültür mozaiğiyle farklı tarihi süreçlerden geçmesine rağmen, özellikle Mezopotamya ve Mısır’da görülebilen büyük boyuttaki birlik ve beraberliği sergilemektedir. Medeniyet tarihi boyunca, her çağ yeni ve farklı bir çağı doğurmuştur. Kuzey Mezopotamya’nın önemli bir kenti olan ve Müsteriyen Dönemi’inden (MÖ 50 bin) beri yerleşim yeri olarak kabul edilen Mardin, daha sonra hububat üretimi ekonomisinin başladığı dönemlerdeki sürekli yerleşim alanları içerisinde kendisine önemli bir yer oluşturmuştur. Hala Mezopotamya’nın dağlık sınırlarında, Jermo’nun Neolotik yerleşiminde sırayla 3 bin yıllık geçiş dönemlerini izlemek mümkündür. En erken çömlekçilik, evcilleştirilmiş hayvanlar ve ekili topraklar buradaki sürekli yerleşim başlangıcının MÖ 6750 civarında tarihlenebileceğinin göstergesidir. Bu süreç Dicle’den Akdeniz’e kadar uzanan site devletlerinin egemen olduğu dönemlerdir. Tell Halaf olarak bilinen süreçte, Habur Nehri üzerindeki bir sitede bakır MÖ 4 bin 500’de işlenmeye başlanmıştır. Burada daha büyük oranda hububat ve evcil hayvanlar görülmekte olup, teknik gelişmeleri tekerlekli araçlar, taş kaplamalı yollar, tonoz prensibinin ustalığı ve yüksek dereceli fırınlardan oluşmaktadır. Mezopotamya’nın ve özellikle Mardin’in en eski yerleşimcileri, yazılı anıtlardan, yazılı gelenekten, Sümerlerden başka, Akadlar veya Akadlardan önce MÖ 3’üncü binyılın sonlarına doğru Kuzey Mezopotamya’da görülen ve Hurilerin ataları veya yakın akrabaları olan Subarulardır. Bunların Mardin’deki mevcudiyetleri bilinmekle birlikte, geçmişleri ve göç rotalarıyla ilgili kesin ifadeler bulunmamaktadır. Şimdiye kadar etkileri belirtilenlerden daha fazla olması kuvvetle muhtemeldir. MÖ 4’üncü ve 3’üncü binyıllardaki dönüşümlerle, tarih öncesi bitmek bilmeyen karanlık dönemler sona ermiş ve yazının mevcudiyeti ile ilerlemeler başlamıştır. İsimler, konuşma ve hareketler, bütün olarak kelime ve heceleri temsil eden şekillerden oluşan bir sistemle ortaya konulmuştur. MÖ yaklaşık 3 binde, Erech’teki merkezde muhtemelen Sümerler silindirik mühür ve yazının ortaya çıkışı dahil, binalarda da taş kullanmaya başladılar. Bu arada Akad (M.Ö. 2334-2154) Hanedanlığı’ndan önce yazılan hemen hemen bütün dokümanlar Sümer dilinde yazılmıştır. Sümer dili bitişken bir dil olup, farklı dil bilgisi kurallarını ve ilintilerini ifade eden önek ve sonekler isim veya fiil köküne bir sıra ile eklenmişlerdir. Buna bağlı olarak, MÖ 4’üncü binyılda Mardin daha sonraki dönemlerde görülebileceği gibi birçok farklı unsurlardan oluşmaktaydı. Sümerlerin yönetimdeki rollerine rağmen, diğer unsurların tarihi rolleri hiçbir zaman diğerlerinden daha aşağılarda olmamıştır. Daha sonra gelen yarım milenyumda Mezopotamya’da Sümer şehir devletlerinin gelişimi görülmüştür. Sümerler aynı zamanda, gelecekteki iki milenyumda Mezopotamya kültür çerçevesinin büyük çoğunluğunu ortaya koymuşlardır.
AKADLAR (M.Ö. 2350-2000) Akadların ve diğer Akad öncesi ismen bilinmeyen Semitik devletlerin tahminlere göre az çok göçebe bir hayat sürmekte oldukları görülmüştür. Bununla birlikte, evcil koyun ve keçi sürülerine sahip olduklarından sulu alanlardan bir günlük yürüyüş mesafesinden daha fazla zaman alacak olan bir yerde konaklamamaktaydılar. Mezopotamya tarihinde ve özellikle Mardin tarihinde 2350 yılını tarihi bir dönüm noktası olarak ele almanın birçok nedeni bulunmaktadır. Mezopotamya toprakları üzerinde ilk defa bir imparatorluk yükselmiştir. Bu imparatorluğun itici gücü de Akadlardır. Sümerlerle yan yana duran bu topluluk adeta onlarla anlamdaş olmuşlardır. Akadların en önemli yöneticileri Sargon, Rimuş, Maniştusu, Naram-sin ve Şar-kali-şarri olup, bu yöneticiler 142 yıl hüküm sürmüşlerdir. BABİL DÖNEMİ Sümerlerin rönesansı, ikinci bin yılda Hamburabi’nin birleşik krallığında pik noktasına ulaştı. Bu dönemde Mezopotamya, küçük devletlerden oluşan bir mozaik idi. Hamburabi, koalisyon üzerine yetenekli bir şekilde oynayarak, kendisinden önceki yöneticilerden daha güçlü oldu. Hamburabi’nin oğlu Samsuiliuna (M.Ö. 1749-1712) döneminde Babil İmparatorluğu büyüklük olarak büyük oranda çöküş dönemine girdi. Politik birlikteliğin gevşekliğine rağmen, Babil Dönemi aktif entelektüelliğin prim yaptığı ve çoğaldığı bir dönem olmuştur.
HURİLER Huriler eski yakın doğu medeniyetinin yörüngesine M.Ö. 3. binyılın sonlarına doğru girdiler. Huriler, dönemlerinin yüksek noktasına ancak 2. binyılın ortalarına doğru kavuşabildiler. 15. yüzyılda, Alakh ağır bir şekilde Hurileşti ve Mitanni İmparatorlu’nda, Huriler en güçlü nüfus yapılarıyla önde gelen bir unsur oluşturdular.
MİTANNİ VE HURİ KRALLIĞI 1600’den sonra Mezopotamya’da Semitik devletlerin zayıflaması üzerine, Huriler bu bölgede daha köklü bir şekilde yerleşmelerine ve Asya Minör (Anadolu)’ün doğusunda, Mezopotamya ve Suriye’de sayısız küçük devletler oluşturdular. Kısa bir süre sonra, 1500’den itibaren Mitanni Krallığı Mezopotamya’da Habur Nehrinin kaynaklarının yanlarında oluşmaya başladı. Dahili karmaşıklıklardan dolayı zayıflayan Hitit ve Asurların Mittani Krallığı, hiç şüphesiz büyük bir politik felakete dönüştü. Bununla beraber, son dönem Babil şehir kültürünün çöküşünü hızlandırdı. Mezopotamya (Özellikle Nisibis) MÖ 1’nci yüzyılda Ermenilerin büyük etkisi altında kaldı fakat Phraates III (M.Ö. 70-58/57) buraları yeniden geri alarak Partlara bağladı. Yakın Doğu’da Roma gücünün yükselmesiyle birlikte, Mardin’de Roma ve Partlar arasında bir sınır oluşturdu. Nusaybin Part kontrolünde oldu.
ROMA İMPARATORLUĞU Roma lideri Crassus MÖ 54’te Mezopotamya’nın içlerine geldi fakat Partlar tarafından MÖ 53’te Harran (Carrhae)’da yenilgiye uğratıldı. M.S. 114-117 yıllarında İmparator Trajan MS 115 ve 116’da yaptığı iki seferle Partların gücünü kırarak bölgeyi fethetti ve buraları Roma kenti yaptı. Fakat Trajan’ın ölümünden sonra, Hadrian buraları yeniden Partların egemenliği altına soktu. 165’ten itibaren, Romalılar yeniden Mardin dahil, Mezopotamya’nın kuzeybatısını fethettiler. Roma İmparatorluğu’nun etkisi ve hükümranlığı Bizans’ın M.S. 330’da Yeni Roma oluşuna kadar devam etti. 3’üncü yüzyıldan, 7’inci yüzyılın başlarındaki İslam’ın yükselişine kadar, Mezopotamya Romalılar ve (6. ve 7. Yüzyıllarda Bizanslılar) Partların mirasçısı olan Sasaniler arasında adeta bir savaş alanına dönüştü. Partlar Dönemi’nde olduğu gibi, Romalıların etkisi ülkenin kuzeybatısında Anadolu’ya yakın olan Harran, Edessa (Urfa), Nisibis (Nusaybin), Saures (Savur), Dara ve Mardin Bölgelerinde yoğunlaşmıştı. Bu zaman zarfında, Nusaybin bir dönem Nasturi Hıristiyanların belli başlı merkezi haline dönüşmüştür.
BİZANS İMPARATORLUĞU 330 yılında, Troya, Antakya ve İskenderiye dikkate alındıktan sonra, Konstantiniye (İstanbul) Roma İmparatorluğu’nun başkenti oldu. Böylece Bizans yeni Roma oldu. Bizanslılar 641 yılına kadar Mardin’de hüküm sürdüler. 7’nci yüzyılda Mardin Araplar tarafından fethedildi.
ARAP FETHİ Miladi 641’deki Arap fethinin sürecinden sonra, Mardin Mezopotamya’nın önemli bir kenti olmaya devam etti. Buna ek olarak, Beni Tağlip, Bekir ve Tamim gibi ünlü Arap aşiretleri Mardin tarihinde çok önemli roller oynadılar. Mardin kenti Mekke’deki Halifeliğe bağlı idi. Emevi halifesi Damaskus (Şam)’a taşınınca, Mardin genel valiler tarafından yönetilen bir kent oldu. Miladi 750’ye doğru Abbasiler Mezopotamya’nın Küfe kentinde, İspanya’daki Emeviler hariç, tüm bölgelerde Emevi Halifeliliği’nin yerini aldılar. Abu Abbas el Saffah dönemindeki Emevilerin son dönemlerinde savaşlar sonucu Abbasiler güçlerini kabul ettirdiler. Abbasi Halifeliği, Pers kültürünün Mezopotamya’nın politik ve kültürel etkinliğinde önemli rol oynadığı beş asır boyunca hükümranlığını sürdürmüştür.
HAMDANİLER Miladi 895’de ortaya çıkan ve Mardin’de büyük şöhret olan Hamdaniler, 10. Yüzyılda Musul’da bağımsız bir emirlik kurdular. Bizzat Abbasi halifesi zaman zaman onlardan direk yardım taleplerinde bulunuyordu. Mardin’deki Hamdanilerin hükümranlığı M.S. 978 yılına kadar devam etti. Büveyhilerin üstünlüğünde Hamdanilerin gücü iyice azaldı. Abbasi halifesi onları kendi politik ve dini amaçları için serbest bıraktı. Bölgenin kontrolü ye kadar Ukaylilerin elinde idi. El Cezire’nin kuzeyi (Kuzey Mezopotamya) ise Kürt olan Ibn Mervan’ın elinde idi.
SELÇUKLULAR Büveyhilerin gücü zayıflayınca, Selçuklular Mervanileri (Ibn Mervan) 1089 yılında Nusaybin’de yenilgiye uğratınca Mardin Bölgesi’nin yönetimi ellerine geçti.
ZENGİLER Miladi 1127’de, Sultan Mahmut, Zengi’yi Musul sorumlusu olarak atadı. Zengi, şehrin kontrolünü iyice eline aldıktan sonra Miladi 1130’da sefere çıkarak, Artukluları yenilgiye uğratıp, Nusaybin, Sincar ve Harran’ı aldı.
ARTUKLULAR Artuklular, Türkiye’nin doğusunda uzun süreli hüküm sürdüler. Mardin bölgesini bağımsız olarak ve Eyyübi, Memlük, İlhanlı ve Karakoyunlu hükümranlıkları altında 11’inci yüzyıldan, 15’inci yüzyılın başlangıcına kadar yönettiler. İlk Artuklu, Döger Türkmen boyu aşireti; Selçukluların Malazgirt zaferinden sonra, 1073 yılında Anadolu’ya gelerek Selçuklu Melikşah’ın komutasında hizmet görmeye başladı. Artuklular daha sonra Mardin’e yerleşerek Mardin’de küçük bir krallık (melik) kurdular. Selahaddin-i Eyyübi’nin bölgedeki etkisi, Artukluların gücünü iyice zayıflattı. Miladi 1234 yılından sonra yalnızca Mardin şubesi ellerinde kaldı. 1260’ta, El Malik el Said, Moğollara karşı mücadele verdi, fakat oğlu El Muzaffer, Moğolların hükümranlıklarını kabul ederek, Mardin hanedanlığını kurtardı. Artuklular, İlhanlılara sadık olarak hizmet verdiler. Artuklular askeri bir güç olup, Arap kültürüne büyük saygı göstererek, Müslüman ve diğer dinlere bağlı olanlara büyük hoşgörü gösterdiler. Sultan Salih, Karakoyunluların Mardin’i almaları üzerine, Mardin’i Musul ile değişerek böylece buradaki Artuklu hükümranlığına son verdi.
MOĞOLLAR (İLHANLILAR) Moğollar, göçebe Doğu Asya aşiretlerinden oluşmaktadırlar. Cengiz Han’ın torunu olan Hülagü, Pers İlhanlı Hanedanlığı’nı oluşturdu. Pers İlhanlıları doğunun büyük Hanı’na bağlıydılar. Abu Said, Arap adını alan ilk İlhanlı hükümdarı idi, onun 1335 yılında ölmesi Pers İlhanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının dönüm noktası oldu. İlhanlılar, Artuklular Dönemi’nde Mardin’de hükümranlık sürmüşlerdir. Mardin’deki hükümranlıkları da Abu Said’in ölümüyle sona ermiştir.
TİMURLENK 15. yüzyılın başlangıcında, Timur; Mardin ve diğer şehirleri işgal etmek üzere Anadolu’ya doğru sefere çıktı. Mardin kenti Timur’un işgaline uğrayarak yakılıp, yıkıldı.
KARAKOYUNLU DÖNEMİ Karakoyunlu Devleti hükümdarı olan Kara Yusuf, 1406’dan sonra ülkesini yeniden tesis ederek Mardin, Erzincan, Bağdat, Azerbaycan, Tebriz, Kazvin ve Sultaniye’yi fethetti. Ölümünden sonra ülke büyük bir kaosun içerisine sürüklendi. Mardin’de doğan Cihanşah ülkede yeniden birliği sağlamak için çaba sarf etti fakat Akkoyunlu Devleti’nin hegemonyası altına girmelerine mani olamadı.
AKKOYUNLU DÖNEMİ (1350-1502) Tur Ali Bey’in liderliğinde bir birlik olarak ortaya çıktı. Akkoyunlu Devleti’nin gerçek kurucusu Kara Yülük Osman Bey’dir. Akkoyunlu Devleti’nin en güçlü olduğu dönem Uzun Hasan’ın iktidar dönemidir. Bu arada, 1473’te Osmanlı Sultanı Mehmet ile yaptığı Otlukbeli Savaşı’nda yenik düşülmesi, Uzun Hasan için çok ağır bir kayıp oldu. Bu yenilgi sonrası Akkoyunlu Devleti’nin çöküş süreci içerisine girmesini hızlandırdı. Bu gelişme Şah İsmail hükümdarlığındaki Safavi Devleti’nin oluşması önündeki yolu açmış oldu. Akkoyunlular Dönemi’nde Mardin çok önemli kültürel gelişmeler yaşadı.
SAFAVİLER DÖNEMİ 1508 yılında Şah İsmail Mardin’i ele geçirerek şehrin kontrolünü ele aldı. Safavilerin yükselmesiyle birlikte, Osmanlılar Anadolu’da üstünlüğü ellerine geçirmişlerdi. Mardin her iki devletin savaşına tanıklık etti. Osmanlılar tarafından bir yıl süren kale kuşatması sonucunda Yavuz Sultan Selim, 1516’da Mardin’i fethederek Osmanlı topraklarına kattı.
OSMANLILAR DÖNEMİ Mardin, Yavuz Sultan Selim döneminde 1516 yılında Osmanlı topraklarına dahil edildi. Osmanlı Devleti 16’ncı yüzyılda zirveye çıkmasına rağmen daha sonraları, geçmişte Osmanlı Devleti’ni iyi yöneten idarenin daha sonraları modernize edilmemesi, dahili ve harici sebepler, devleti kurtarmak için gerekli etkin reformların yapılmamış olması yüzünden gerilemeye başladı. Ticaret yollarının yön değiştirmesi, endüstriyel devrimi gerçekleştirememesi, modern askeri teknikleri uygulamadaki gecikmeler beraberinde Osmanlı Devleti için çöküşü getirdi. Osmanlı Devleti’ndeki entegrasyonun bozulmasının bir başka önemli nedeni de Fransız Devrimi’nden sonra baş gösteren ayrılıkçı ve milliyetçi akımlar olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Sykes-Picot Anlaşması (16 Mayıs 1916) ile birlikte Osmanlı Devleti’nin parçalanmak istenmesi sonucunda aralarında Mardin’in de bulunduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin İngiliz ve Fransız Güçleri arasında paylaşılması hedeflenmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın gayretleriyle, Mardin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nden (23 Nisan 1920) ve Cumhuriyet’in 1923’te ilanından önce işgale karşı şiddetle karşı çıkmıştır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ Genel olarak tamamen bağımsızlığı hedefleyen Misak-ı Milli yayınlandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasından sonra olağanüstü yetkilerle Ankara’daki meclise katılmak üzere Türkiye’nin her ilinden beşer milletvekili seçilmesi için seçim kararı açıklandı. Yeni seçilen üyelere ek olarak, İstanbul Meclisi’ndeki üyelerin de, Ankara’da yeni oluşturulan meclise katılmaları için davet edildiler. Bunun üzerine, İstanbul Meclisi üyesi olarak 1919’da Mardin’den seçilen Derviş Vural da Ankara’da yeni oluşturulan meclise katıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, Mardin, bu ülkenin önemli bir kenti oldu. Dünyada istikrarın gün geçtikçe güç kaybettiği bir dönemde, Mardin, konumu itibariyle yeniden dünya tarihinde önemli yer tutan o eski ihtişamlı günlerine dönmeye başlıyor. Mardin, aynı zamanda Akdeniz’den İran’a ve Anadolu’nun kuzey-güney ekseninden aşağı Mezopotamya’ya kadar uzanan geçmişteki ticaret rotasının yeniden önemli bir kavşak noktası olması için hedefine doğru emin adımlarla ve hızla ilerliyor. Tüm Dünya’da insanlığın beşiği (Cradle of Mankind) olarak kabul edilen Kuzey Mesopotamya’nın bu eşsiz kenti, yeniden tarihteki önemli rolünü oynamak üzere “Kil Mührü” yeniden eline almış durumdadır.